Kaht-ı rical sorunu
Kaht-ı rical sorunu
Hz. Ömer (r.a.) topladığı ashaba sorar; Rabbimiz duanızı kabul edecek olsaydı İslam’a hizmet etmek için ne dua eder, Allah (c.c.) tan ne isterdiniz?
Her biri birer kıymetli şeyler söylerler.
İslam’a hizmet etmek için Allah’tan sandık dolusu altın isterdik. Sahralar dolusu koyun, keçi isterdik. Deve, sığır arzusunda olurduk. Herkes isteyeceğini böyle ifade ettikten sonra sıra halifeye gelir. Ona da sorarlar;
Ya siz İslam’a hizmet etmek için Allah’tan ne isterdiniz, ey müminlerin emiri?
Şu cevabı verir o büyük insan: Şayet Rabbim benim duamı kabul edecek olsaydı ben sizin gibi ne sandık dolusu altın isterdim, ne de sahralar dolusu koyun, keçi. Ben Allah’tan Salim, Ebu Ubeyde, Halid gibi adam isterdim adam, adam!
Yetişmiş, donanımlı insan sorunu karşılığında kullanılan “kaht-ı rical” Osmanlı’nın gerilemeye başladığı 18. yüzyılda dolaşıma giren bir tabirdir. Lügatçede “adam kıtlığı” anlamına geliyor ama esasen ‘yetişmiş, kıymetli devlet yöneticisi kıtlığı’ olarak kullanılıyor.
İnsan, beden yönüyle toprağın balçığına, ruh yönüyle Arş-ı ala’ya dönük olarak yaratılmıştır. Eğer yeryüzü’nde “hilafet” ödevini gerçekleştirmek yerine İblis’in hilâfetine soyunursa, “vel-âkıbetü lil-muttakıyn” vaadi gerçekleşir.
İnsanda diğer varlıklarda olmayan ilim ve sanat kabiliyeti var, “bilim ötesi bilinç, basiret” var. Bilgi, akıl ve irade iyi kullanılırsa yücelecek, aksi takdirde, en aşağı içgüdülerinin esiri olacaktır.
Günümüzde bolca diplomalı, icazetli, etiketli ve kariyeri olan okumuşlarımız var, ama kimlik erimesinin, şahsiyet yozlaşmasının önüne geçilemiyor. Seküler yaşam kodlarında, bilgiyi bilgeliğe dönüştürme kısırlığı yaşanıyor. Evliya, asfiya, mukarrebin veya ebrar adına adam kıtlığı mânâsına bir “kaht-ı rical”den bahsetmek zannederim yanlış değildir ve mübalağa da sayılmaz.
Öbür taraftan inandıkları, yükselmek istedikleri alanda azimle mücadele edecek insanlar yerine “çapsız insanlar” mevki sahibi yapıldıkça kaht-ı rical sorunu bitmez.
Hak edenlerin heveslerini, kanatlarını kırıp ağacın en yüksek dalında unutulan kuşun çaresizliğini yaşattığımız sürece bu sorun devam eder.
Velhasılı azizim;
“Okçular tepesi” olayını anlamadan, insan fıtratında ki menfaat zaafını okuyup tanımlamadan, haklı menfaati çerçeveleyip insanlara hak ettikleri menfaatlerle yetinmeği öğretmeden, şuradan şuraya gitmek mümkün değildir. Çıkış yolu iyi insan yetiştirmektir.
Selam ve dua ile…