UA-131003470-2
DOLAR 35,3231
EURO 36,4798
ALTIN 3.025,01
BIST 10.000,72
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara 9°C
Çok Bulutlu
Ankara
9°C
Çok Bulutlu
Cum 9°C
Cts 9°C
Paz 11°C
Pts 6°C

Liyakat, Feraset ve Allah korkusu

17.06.2020
645
A+
A-
Spread the love

Liyakat, Feraset ve Allah korkusu

Gerek devlet, gerekse de özel her türlü kurum veya kuruluşun idaresinde adâletin sağlanabilmesi; feraset ve liyakatten geçiyor. “Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar. (Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 16)” hadisi, dikkatlerimizi ferasetin üzerine çekiyor. 

Liyakat yani yetenek sahiplerinin ferasetle yani zihin uyanıklığı ile fark edilerek hak ettikleri mevkilerde onlara vazifeler verilmesi, günümüzdeki birçok sorunun çözülmesini sağlayacaktır. Böylece beyin göçü, torpil, rüşvet, rant, iltimas vb. birçok terim de gündemimizden kalkacaktır.

İdareciler, ihkak-ı hak, yani her hak sahibine hakkını vermek hususunda eş, dost, hısım ve akraba gözetmeden herkese eşit davranmalı, vazifeyi taraftar ve yakınlarına değil, ehline tevdi etmelidirler. Şayet emanet, ehil olmayana verilirse, millet zarar görür, devlet de terakki yerine tedenni eder ve izmihlale uğrar. İdeal insan hem istikametli, mütedeyyin ve hamiyetli, hem de vazifesinde de mahir ve ihtisas sahibi olmalıdır. Aksi halde hem o vazifeyi alan hem de ona o vazifeyi tevdi edenler sorumlu olurlar.

İyi bir idareci, iyi bir terziye benzer; keser, biçer, diker. İnsanları idare etmeyi “beyaz” yalanlarla yapabilmeyi bir marifet sanırsınız. Kırk tilkiyi aynı kümese sokup sonra kuyruklarını birbirine değdirmemeye uğraşırsınız. Empatik düşünme yeteneği olmayan ve kendisin bir işi, bir sıkıntısı olan vatandaşın yerine koymayan bir idareci, iyi bir idareci değildir!

Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür. (Nisâ : 58)

Bir toplantıda Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem etrafındaki sahâbîlere birşeyler anlatırken, bir bedevî geldi ve Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu.

Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem sözünü kesmeyip konuşmasına devam etti. (O kadar ki) oradakilerden kimisi (kendi içinden) “Bedevîyi işitti ama, sorusundan hoşlanmadı”; kimisi de ” Galiba işitmedi” diye durumu yorumladı. Derken Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem, sözünü bitirince

-“O, kıyâmeti soran nerede?” buyurdu. Bedevî;

-Benim, buradayım ya Resûlellah! dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber;

-“Emânet zâyi edildi mi kıyâmeti bekle!” buyurdu. Bedevî;

-Emânet nasıl zâyi olur? dedi. Resûlulah sallallahu aleyhi ve sellem de;

-” İş, ehil olmayana verildi mi kıyâmeti bekle!” buyurdu.[2]

İşin ehil olanlara verilmemesi, cehaletin yaygınlığı ve ilmin ortadan kalkmış olmasından ileri gelir. İşin aslını bilenlerin bulunduğu bir ortamda ehil olmayanlara işlerin verilmesi normalde düşünülemez. Ama ortalığı kesif bir cehalet kaplamış, gerçekler ters yüz edilmiş ise, işler kapanın yani ehil olmayan kimselerin elinde kalır. Bu da toplumlar için bir çeşit kıyâmet demektir.

657 sayılı Kanun’un üç temel ilkesinden birisi de liyakattir. Ancak, devlet yönetimindeki en temel unsur olan liyakat giderek istisna haline gelmeye başlamıştır. Herkesin ısrarla liyakat demesine rağmen bu ilkenin niçin bu kadar yerlerde süründüğünün analizinin yapılması elzemdir.

Bir kurumun başına getirdiğiniz liyakatli bir yönetici, kurumu zirveye taşırken liyakatsiz bir yönetici ise oluşan birikimi yerle bir edebilmektedir. İşte burada sorulması gereken en temel soru, atama yapılan kurum benim işletmem olsaydı hatıra binaen bu atamayı yapar mıydım? Yada böyle bir atama büyük holdinglerde olsaydı sonucu nasıl olurdu? Sorumluluk sahibi her kişinin sorgu günü gelmeden kendine bu soruyu sorması gerekiyor.

Zayıf idareciler genel olarak kendilerine rakip olamayacaklarla çalışma eğilimine giriyor ve niteliklileri harcama yöntemi geliştiriyorlar. Bunlardan boşalan meydanın yağcı ve dalkavuklara kalması ise kaçınılmaz hale gelmiştir. Yani, doğru yanlış demeden her talimatı yerine getirenler yerlerini muhafaza ederken, işini layıkıyla yerine getirmeye çalışanlar diken üstünde olmaktadırlar. Bunun sonucunda kural tanımayan bir idare anlayışı ortaya çıkmaktadır. İşi bilenler ve kısa vadeli çözümlerden ziyade uzun vadeli ve kalıcı çözümler getirmeye çalışanlar adeta takoz muamelesi görmektedirler. Bu bağlamda kamuda yöneticilerin kolayca görevden alınması, onları itaatkâr hâle getirmektedir. Bu durum ise doğruyu yapma ve âdil davranma yerine dalkavukluk yapmayı tercih edilir kılmaktadır. 

Sonuç olarak bu hastalıkların tedavisi için ciddi adımlar atılmasının zamanının geldiğini belirtmek istiyoruz. En azından hastalandığımızda doktor seçiminde gösterdiğimiz titizliği yönetici seçiminde de göstermek zorundayız. Kimse uzman doktor varken pratisyen doktora gitmek istemez. Yoksa küçük bir hastalığa kanser teşhisi konularak kemoterapiye tabi tutulursunuz yada başlangıç seviyesindeki basit bir hastalığınız yanlış teşhis edildiği için ölümle karşı karşıya kalırsınız yada uzvunuzu kaybedersiniz.

Selâm ve dua ile…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.