Siz Resulullah’ın ordususunuz
Senaryosunu yazamadığımız bir oyunda ; ya sadece bize biçilen rolü üstlenmek zorunda kalırız ya da ancak seyirci olabiliriz.
Tarih dün Ebu Cehillerin, Ebu leheplerin yenilgisini yazdı… Yarın da ülkemize ve Islâm’a saldıran tüm komplocuların yenilgisini yazacak…
Tarihin son sayfası “le ğalibe illallah” olacak…
Operasyon başlayınca, Suriyeli halkının hukukunu savunan ülkelere bakıyorsun, hiçbiri nerdeyse kayda değer mülteci kabul etmemiş. Hadi batıyı geçtimde, Arap dünyası neden bu kadar alçak olabiliyor anlamak zor.
Al Bayrağımızın dalgalandığı her yerde zulmü değil barışı tesis ettik, kim ne derse desin bunu yapmaya devam edeceğiz. Mazluma merhametli, zalime şiddetli tavrımızı sürdüreceğiz.
Biz, “İnsanlar, ya dinde kardeşin ya yaradılışta eşindir, eşitindir.” idrakini seslendiren bir medeniyetin mensuplarıyız.
Sınır ötesi operasyonumuz devam ediyor. Biz evimizde sıcak çaylarımızı yudumlarken bizim huzurumuz için, ölürsem şehit kalırsam gazi diyerek çarpışan o mehmetçiklerimizi Yüce Rabbim muvaffak eylesin.
O mehmetçiklerimizden Tel-Abyad da operasyondaki bir aslanımız, bir arkadaşımıza mesaj atmış, o arkadaşımızda benimle paylaştı. Bende sizlerle paylaşıyorum.
Durumumuz iyi, moralimiz yüksek diye başlamış,
Sonra da aşağıdaki satırları yazmış. Okurken gözyaşlarımızı tutamadık.
“Köye yakın mevzilerde çatışma bitmişti. Teröristler arkalarında silah mühimmat ne varsa bırakmış, köydeki ahalinin yiyecek ve içeceklerini de alarak iç bölgelere kaçmış. Köye girdiğimizde çocuk ve kadınların ağırlıkta olduğu bir kalabalık güvenli olduğunu düşündükleri bir evde akıbetlerini hep birlikte beklerken kapıyı açtık.
Türkler geldi diye çocuk çığlıkları karşıladı bizi.
Uzatmayayım, hepsine kumanyamızdan dağıttık. Belliki örgüt halkın açlığını pek önemsememiş, onları üzerlerine strateji kurgulanacak piyonlar olarak gördüklerinden, beslenmelerini pek dikkate almamışlardı.
Tüm çocuklar açlığın verdiği çaresizlikle verdiğimiz kumanyaları hızlıca yemeğe başlamıştı ki, gözüm kenarda oturan yay kaşlı hafif çekik gözleri altında yüzü yaşından çok daha olgun bir çocuğa takıldı alaca karanlıkta.
Birşey yemiyor, kenarda sessizce oturuyordu.
Bu hali dikkatimi çekti. Acaba karnı tok mu diye geçirdim içimden. Oğlum gözümün önüne geldi. Yanına gidip adını sordum.
“Haydar Ali” dedi.
Sevmez misin verdiklerimizi dedim.
Severim dedi.
Neden yemiyorsun dedim.
12 yaşındaki çocuk, 12 sene düşünsem aklıma gelmez bir cevap verdi ki, önce benim, sonra tüm tüm timin gözlerinden yaşlar süzüldü.
“Siz Resulullah ın ordususunuz. Açlıktan ölüp Allah’ın huzuruna varsam, çocuğum Allah bana hesap sormaz ama sizin kumanyanızı yersem siz bir karış geri kalsanız bunun vebalini ödeyemem.” dedi.
Ellerim titreyerek tuttum yanaklarını iki elimle.
Alnından hem öptüm, hem de kokladım.
Ye çocuk dedim, ye.
Ye büyü ki sen de bu orduya nefer ol.
Helal edin dedi.
Bütün tim sanki cenazede meftaya hakkını helal eder gibi “Helal olsun” diye haykırdı.
Haydar Ali yi köyünde bırakıp intikale devam ederken artık hiçbirimiz o köye girerken ki askerler değildik.
Yola çıkarken içtiğimiz andı hatırladık.
O kadar gurur duyduk ki yaptığımız işle, yorgunluğumuzu bile unuttuk.
1 Haydar Ali yi kurtardık.
Dualarınızı eksik etmeyin.
Daha kurtarılacak Haydar Ali lerimiz var.
Denizhan Demirci