Ülkemizdeki Suriyeliler ve Diğer Düzensiz Göçmenlerin Hukuki Statüleri ve Sahip Oldukları Haklar
Ülkemizdeki Suriyeliler ve Diğer Düzensiz Göçmenlerin Hukuki Statüleri ve Sahip Oldukları Haklar
Geçtiğimiz hafta içinde, kamuoyunda çok konuşulan ve gündemi bil hayli işgal eden konu ülkemizdeki Suriyeliler ve düzensiz göçmen meselesi oldu.
Aslında bu konu uzun zamandır ülkemiz için rahatsızlık veren bir konu olmasına rağmen muhalefet dışında çok dillendirilmemektedir. Fakat son günlerde bir de Afgan mültecilerin de konuşulmaya başlanmasıyla birlikte, yeniden gündemin en başındaki konulardan biri haline geldi.
Ülkemizdeki Suriyeliler ve Afgan mülteciler konusu sıklıkla konuşulmaya başlandı. Bu konuşmaların genelinde sorulan son derece önemli sorular var. Hükümetimiz tarafından biran önce cevaplandırılması ve bir devlet politikası geliştirilmesi gereken bu soruları şu şekilde sıralayabiliriz:
1-Türkiye’de ne kadar Suriyeli var?
2 Suriyelilere ne kadar harcandı?
3-Suriyeliler kalacak mı, gidecek mi?
4-Suriyeliler uyum sağladı mı?
5-Suriyeliler geçimini nasıl sağlıyor?
6- Suriye’ye dönüş şartları oluştu mu?
7- Suriyelilerin dönüşü nasıl sağlanır?
8- Suriye’de planlanan oyun ne?
9- Afgan göç dalgası sorunu nasıl çözülür?
10-Türkiye Afgan göçünü kaldırabilir mi?
11-Afganlar yeni Suriyeliler mi?
12-Afgan göçünün riskleri neler?
13-Afganlar güvenlik sorunu teşkil eder mi?
14- Afgan göçünün arka planı ne?
12- Afgan-Suriyeliler geri gönderilebilir mi?
15- Suriyeli-Afgan ucuz iş gücü demek mi?
16-Eve dönüşün hukuki süreci ne?
17-Yabancılara vatandaşlık şartı ne?
18-Sınırlar kapatılmalı mı?
Burada sıraladığımız konular hakikaten son derece önemlidir. Çünkü günümüzde başta siyasi çalkantılar sebebiyle zorla yerinden edilenlerin oluşturduğu göç dalgaları, çatışma bölgelerinde bulunan ülkelerin karşı karşıya kaldığı bir sorundur.
Dünyadaki göçmen sayısı 2019 itibarıyla 272 milyonu geçerek, dünya nüfusunun yüzde 3,5’ine ulaşmıştır. Ekonomik nedenlerin dışında, çatışma, gerilim, şiddet, savaş ve doğal afetlerden dolayı göç ederek, ülkesini terk edenlerin sayısı 41,3 milyondur.
Uluslararası göç istatistikleri, nüfus hareketliliğinin niteliksel olarak farklılaştığını ve hacimsel olarak çok daha büyük miktarlara ulaştığını göstermektedir. Son dönemlerde hazırlanan tüm raporlarda, göçün ölçeğini ve hızını tahmin etmenin çok daha fazla zorlaştığına dikkat çekilmektedir.
Bu raporlara göre yaklaşık 82,4 milyon insan zorla yerinden edilmiştir. 2’nci Dünya Savaşı’ndan bu yana en ciddi zorunlu göç dalgasının sebebi ise hemen yanı başımızdaki Suriye’den kaynaklanmaktadır.
911 kilometre uzunluğundaki Suriye sınır hattımızın doğal bir sonucu olarak terör ve zulümden kaçan 3 milyon 653 bini bulan Suriyeli kardeşimiz ise Türkiye’ye sığınmış durumdadır. Ülkemiz, asırlar boyunca başı dara düşen ya da zulme uğrayan pek çok topluluğa güvenli bir liman, şefkatli bir yuva olmuştur.
Bugün de bu tarihi sorumluluğumuzu milyonlarca kardeşimizi ülkemizde güvenli şekilde barındırarak yerine getiriyoruz. Göç dalgasının başlangıcından bu yana, etkin göç yönetimi ile sığınmacılara yönelik; güvenlik, sağlık, barınma, gıda ve eğitim gibi temel hizmetleri ülkemiz tarafından en etkin şekilde sunulmaktadır.
Ancak zaman içerisinde sayının artması ve sorumluluğun tek başına ülkemize yüklenmesi de bir takım sorunların görünür hale gelmesine ve kamuoyunda yüksek sesle dile getirilmesine neden olmuştur. Bu durum özellikle Suriyeli sığınmacıların yoğun olduğu illerimizde daha açık bir şekilde görülebilmektedir.
Ülkemizde bulunan geçici koruma kapsamındaki Suriyeliler en fazla İstanbul’da yaşamaktadır. İstanbul’u; Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa, Adana, Mersin, Bursa, İzmir, Konya ve Kilis takip etmektedir. Bu illerin hepsinde göçün olumlu veya olumsuz etkilerini çok açık bir şekilde görülmektedir.
Geçici barınma merkezleri dışında kalan Suriyeliler, geçici barınma merkezlerinde kalanlardan çok daha yüksektir. Bu kontrolsüzlüğün ileride birçok açıdan sorunlara yol açabileceği düşünülmektedir. Geçici barınma merkezleri dışında kalan Suriyeliler 3 milyon 552 bin kişiyken, geçici barınma merkezlerinde sadece 60 bin 317 kişi kalmaktadır.
Bütün bu veriler doğrultusunda halkımızın Suriyeli sığınmacılardan rahatsız olmasının sebepleri üzerinde durulmalıdır. Zira Suriyeli sığınmacıların halkımızdaki yarattığı tedirginliğin başında ekonomik faktörler gelmektedir.
Türk halkının %70,7’si Türk ekonomisinin sığınmacılar nedeniyle zarar gördüğü düşüncesindedir. Buna ek olarak Türkiye’deki yoksullar varken, Suriyelilere yardım edilmesi büyük oranda onaylanmamaktadır. Bu nedenle hükümetimiz de yoğun bir şekilde eleştirilmektedir. Bu eleştirilere kaynaklık eden sebepler yapılan anket ve bilimsel araştırmalara da yansımaktadır.
Gerek Suriyeli sığınmacıların yerleştirildiği illerdeki yerleşik halk arasında gerekse bu illerde yaşamakta olan Suriyeli sığınmacılar arasında yapılan çalışmalarda bu memnuniyetsizliklere rastlanmaktadır.
Bu araştırmaların büyük bir kısmı İstanbul ve Gaziantep merkez alınarak yapılmaktadır. Gaziantep’te yaşayan sığınmacılar arasında yapılan bir araştırma sonucuna göre; Suriyelilerin Türkiye ekonomisine katkı sağlamayacağı bilakis üretim şekli ve işçi ücretlerini olumsuz etkileyeceği ifade edilmiştir.
Suriyeli göçmenlerin emek piyasasındaki ücretlerinin yerli emek ücretlerinden düşük olması sınır bölgelerinde mevsimlik işçi çalıştıran işverenler için sorun oluşturmamaktadır.
İşverenlerin bir kısmı ise ülke vatandaşlarını çalıştırma hususunda eğilim sergilemektedir. Bu konuda dikkat çeken nokta Suriye’den göç eden kimselerin gelir elde etme zorunlulukları iş seçme imkânlarını azaltmaktadır.
Bu nedenle, Suriyelilerin Türkiye’de düşük ücret ve sigortasız çalıştırıldıkları bilinmektedir. Kayıt dışı sektörlerde çalışan on mülteci 6-7 Türk işçisinin istihdam olanağını elinden almaktadır. Kadınlar ve eğitim düzeyi düşük olan kimseler bu süreçten daha fazla etkilenmektedir.
Türkiye’de kayıt dışılığın en yüksek olduğu tarım, tekstil gibi sektörlerde çalıştırılan Suriyeliler Türk vatandaşlarının işlerini kaybetmelerine, ayrıca bu sektörlerde kayıt dişiliğin sıradan bir durum olmasına yol açmaktadır.
Dolayısıyla ülkemize göçle beraber gelen sığınmacıların işgücü piyasasının yapısını değiştirdikleri söylenebilmektedir. Bunun dışında kültürel farklıklılar ve alışkanlıkların farklığından kaynaklı birçok uyum sorununun yaşandığı görülmektedir. Bütün bu nedenlerle yukarıda sıraladığımız sorular sıklıkla duyulur hale gelmektedir.
Bir zorunluluk sonucu ülkemize kabul edilen bu sığınmacıların artık kendi ülkelerinde yerleştirilmeleri ve ülkemize daha fazla sığınmacı gelmesinin önüne geçilmesi yönünde genel bir kabul görülmektedir.
Sonuç olarak; İktisadi, askeri ve diplomatik açılardan önem kazanan göç konusunda, daha kapsamlı bir politika oluşturmak kaçınılmaz olmuştur. Planlı, denetimli, sürdürülebilir göç politikalarının oluşturulması, yürütülmesi ve geliştirilmesinde, özellikle uluslararası işbirlikleri, uzun vadeli programlar, işlevsel yönetim mekanizmaları, sivil toplum kuruluşları ile eşgüdümlü çalışma öne çıkmaktadır.
Gelinen süreçte; adil yük ve sorumluluk paylaşımı ilkesi gereğince, coğrafi yakınlık hiçbir ülkeyi böylesine bir trajedinin doğrudan tek sorumlusu ya da yüklenicisi haline getiremez.
Bu nedenle; artık uluslararası bir sorun haline gelen Suriyeli sığınmacılar ve diğer düzensiz göçmenlerle ilgili olarak, devletlere, uluslararası örgütlere, sivil toplum kuruluşlarına ve yerel aktörlere önemli rol ve sorumluluk düşmektedir. AB başta olmak üzere tüm uluslararası topluma büyük bir görev düşmektedir.
Artık, göçlerin birincil sebebi olan siyasi kırılganlıkların giderilerek, insanların can ve mal güvenliği endişesiyle başka ülkelere göç etmesini önleyecek politikalar geliştirilmelidir.
Açlık ve işsizliği önleyici daha çok paylaşımcı olunan projelerle göçün en çok olduğu ülkelerde yatırımların yapılmalıdır. İnsanı ön plana alan bu yöndeki projeleri ve katkıları daha da çoğaltabiliriz. Ancak bütün bu yöndeki düşünülen ve uygulanan her ne olursa olsun etkin ve verimli şekilde tasarlanıp kullanıldığında amacına ulaşabilir.
Ülkemiz genelinde ise tüm bu tartışmalara son verecek akılcı çözümlerin uluslararası tolumun da desteği alınarak biran önce hayata geçirilmesi gerekmektedir. Uzun yıllardır misafir ettiğimiz Suriyeli sığınmacıları ve diğer düzensiz göçmenlerin kendi yurtlarında, kendi topaklarında iskân edilmesi için çalışmalar yapılmalıdır.
İskân sonrasında bulundukları bölgelerdeki siyasi istikrarın sağlanması ve yaşam standartlarının yükseltilmesi için uluslar arası toplumla etkin bir işbirliği içine girilmelidir.
Her şeyden önce ülkemize gelen bir yabancının uluslararası korumadan yararlanabilmesi için şu üç statüden birine sahip olması gerekmektedir. Bunlar;
- Mülteci,
- Şartlı mülteci
- İkincil koruma.
Bir de bu statülerin dışında, uluslararası koruma kapsamına dâhil olmayan “geçici koruma statüsü” de bulunmaktadır. İşte bu statüleri değerlendirdiğimizde konumuz da yeterince anlaşılacaktır. Çünkü bu konular gerek halkımız ve gerekse bize gelen bu insanlar tarafından tam olarak bilinmemektedir.
- Mülteci Statüsü:
Mülteci statüsü ve mülteci hakları, dayanağını 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesinden almaktadır. Bu Sözleşmenin 1(A) maddesinde mülteci kavramı şu şekilde tanımlanmıştır:
“1 Ocak 1951 den önce Avrupa’da meydana gelen olaylar sonucunda (1) ırkı, (2) dini, (3) tabiiyeti, (4) belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya (5) siyasi düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerden dolayı korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışından bulunan (ülkesi ya da ikamet ülkesi dışında olmak) ve bu ülkelerin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen (Devlet Koruması) yahut tabiiyeti yoksa bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen şahıs mülteci olarak kabul edilir”.
Buradaki açıklamadan anlaşılabileceği üzere, ülkemize gelen kişilerin, mülteci olarak nitelendirilebilmesi için bazı şartları sağlamaları gerekmektedir. Bu şartlardan ilki, başka bir ülkeye göç etmenin sebebini oluşturan hadisenin 1 Ocak 1951’den önce meydana gelmiş olmasıdır.
İkinci şartı ise, başka bir ülkeye göç eden kişinin tabiiyetinin Avrupa ülkesi olması gerekmektedir.
Üçüncü ve son şartı ise, ırk, din, tabiiyet, belli bir toplumsal gruba mensubiyet veya siyasi düşünceler sebebiyle, haklı nedene dayalı korku ile zulme uğrama tehlikesi içerisinde bulunması gerekmektedir.
1967 yılında yapılan düzenlemede ilk iki şart kaldırılmış ve Sözleşme kapsamında mülteci olarak nitelendirilebilmek için son şartı sağlamak yeterli sayılmıştır.
Türkiye zaman bakımından aranan şartın kaldırılmasına muvafakat etmişse de, coğrafya yönünden yapılan kısıtlamanın devamı yönünde irade oluşturmuştur.
2. Şartlı Mülteci Statüsü:
Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesine koyduğu coğrafi çekinceden kaynaklanan ve Türk hukukuna özgü bir uluslararası koruma statüsüdür. Şartlı mülteci, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 62. maddesinde, Avrupa ülkeleri dışında yaşanan olaylar sebebiyle uluslararası koruma arayan kişiye üçüncü ülkeye yerleştirilinceye kadar Türkiye’de kalma izni sağlayan bir statü olarak tanımlanmıştır.
3. İkincil Koruma Statüsü:
Bu statü; Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 62. maddesinde, sığınmacıları vatandaşı oldukları ülkeye geri gönderilmesi halinde, somut ve yakın bir tehlikenin beklediği durumlara göre belirlenmiştir.
Buna göre; kişi mülteci veya şartlı mülteci olarak nitelendirilemezse, menşe ülkesine veya ikamet ülkesine geri gönderildiği takdirde;
1-Ölüm cezasına mahkûm olma ya da ölüm cezasının infaz edilmesi,
2- İşkenceye, insanlık dışı veya onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalması,
3- Uluslararası veya ülke genelindeki silahlı çatışma durumlarında, ayrım gözetmeyen şiddet hareketleri nedeniyle şahsına yönelik ciddi tehditle karşılaşması, gibi durumlar söz konusuysa, menşe ülkesinin veya ikamet ülkesinin korumasından yararlanamayan veya söz konusu tehdit nedeniyle yararlanmak istemeyen yabancı ya da vatansız kişiye, statü belirleme işlemleri sonrasında ikincil koruma statüsü verilir.
Bütün bu açıklamalarımızdan da anlaşılabileceği gibi, başvuru sahibine ikincil koruma statüsünün verilebilmesinin;
Birinci şartı, kişinin mülteci ve şartlı mülteci olarak kabul edilmemesidir.
İkincil koruma statüsü dâhilinde kabul görebilmek için gerekli diğer koşul ise, kişinin ülkesine geri gönderilmesi durumunda; ölüm cezasına mahkûm olacak veya ölüm cezası infaz edilecek, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye maruz kalacak olması tehlikesidir.
Bir de bunların dışında, geçici koruma statüsü bulunmaktadır. Geçici Koruma Statüsü; Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun 91. maddesinde, “Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma, bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir.” ifadesiyle açıklanmaktadır.
1951 tarihli Cenevre Sözleşmesindeki “geri göndermeme” ilkesi, mülteci hukukunun en önemli maddelerindendir. Bu ilke doğrultusunda bir takım hakları da otomatik olarak elde etmiş oluyorlar. Buna göre;
Mülteci olan yahut sığınacak ülke arayan şahısların ırkı, dini, bir sosyal grup mensubiyetliği veya siyasi fikirleri sebebiyle yaşam haklarının tehlike altında olduğu durumlarda, yaşama hakkının ve özgürlüğün tehlike altında olabileceği bir ülkeye geri gönderilemeyeceklerdir
Sonuç olarak; ülkemizde yürürlükte olan hukuki düzenlemeler, Suriyelilerin mülteci ve şartlı mülteci olarak nitelendirilmesine imkân vermemektedir. Yine bu mevzuat doğrultusunda ikincil koruma statüsünde de tanımlanmamaktadır. Ancak, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun 91. maddesi kapsamında geçici koruma statüsüne girmekteler.
Bu haliyle, 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesindeki “geri göndermeme” ilkesine göre, ülkemizdeki Suriyelilerin de ülkelerine zorla geri gönderilmeme hakları bulunmaktadır.
Bu dışında, ülkemizde yer alan ve geçici koruma statüsü dâhilinde olan Suriyelilerin yasal statüleri, hakları ve faydalanabilecekleri sosyal yardımlar, “Geçici Koruma Yönetmeliği” ile belirlenmiştir. Eğitim ve öğretim hakkı, çalışma hakkı, temel ve acil sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanma gibi bazı temel haklar da tanınmıştır.